unakıtan'a sevgilerle(!)

bir altta yazdığım post etkili olmuş olacak ki(!) eskişehir, dileğimi yerine getirmek için çabalamış durmuş. seçim sonucunda %51.5'le hoca'yı o koltukta görmek istediklerini belirtmişler. alın size bu şehri sevmek için bir neden daha.

iktidar uşağı değil, eskişehir sevdalılarının kenti burası.

son sözlerim sana unakıtan. iğrenç siyasetinle beraber bu şehirden kalkan son hızlı trene binip çek git. bir daha da gelme. ahsen hanım'a da ilet. Rabb'ine sorsun bakalım eskişehir diyecek mi?

direniş

hepimiz biliyoruz, bugün yerel seçim günü. her türk vatandaşı'nın, fikirlerini savunan adaya evet mührünü basacağı gün. pardon, son cümlem yanlış oldu. düzeltilmişini yazayım:

çoğu türk vatandaşı'nın, gidip oy istismarcılarına kömür, buzdolabı, çamaşır makinası... karşılığında evet mührünü bastıkları gün.

blogda siyasi bir konuda yazmak ne kadar doğru? tartışılır ama bunları yazmadan duramazdım.

biraz geriye saralım. iki hafta öncesi. uyumadan önce, televizyonda ne var ne yok diye bakıyorum. atv'de (ki satışından sonra kimin uşağı olduğu belli) akp eskişehir büyükşehir başkanı adayı konuşuyor(?). atv'yi açtığım anda eline porsuk çayı'ndan bir fotoğraf karesini alıyor ve "efendim, bu porsuk çayı'nda botlar var işte iskelede tüm sene böyle duruyorlar; önemli bir misafir geldiğinde, misafirler bindirilip gezdiriliyorlar" diyor. gözüm sağ üste kayıyor. program canlı mı değil mi diye. telefonla katılıp çemkireceğim. yememiş, banttan veriyorlar. sinirlenmişim; daha fazla iftirayı dinlemeyi göze alamıyorum, kapatıyorum televizyonu.

programı izlediğim süre iki-üç dakikayı geçmez lakin sinirimin geçmesi on beş dakikayı buluyor. o botla porsuk turu atmamış olsam, çalıştığını gözlerimle görmüş olmasam, eskişehir'i görmemiş biri olsam; bu yalancı adama, televizyonu açmadan önce söylediklerine, televizyonu kapattıktan sonra söyleyeceklerine inanabilirdim. oraya süs olarak dikilmiş gazeteci sıfatlı insanlara söylenecek sözü, benden önce bengü söylemiş zaten:

-gezegendeki son gemiye binip s... olup gidiniz.

gözümde; yaptıkları siyaseti, karakterlerini özetleyen iki-üç dakikalık bölüm bir paragraf yukarıdadır. "sen buna bir şey mi diyorsun?" diyenlere daha fazlası olduğunu (büyükerşen'in yolsuzluk yaptığına dair mesnetsiz iddaalar, kapı kapı gezip biz dsp'den geliyoruz diyerekten kapıyı açan bayanlara yavrum, anam vb. kelimeler kullanarak tacizler, dörde hatta kimi yerde beşe katlanarak söylenen kredi borçları bunlara bir kaç örnek) söylemek gerekir.

umudum ve dileğim; direnişin ne demek olduğunu inönü'de tüm sömürücülere gösterenlerin, emperyalist uşaklarına ve onun hastalıklı zihniyetine karşı direnişi -tüm akıl almaz entrikalarına rağmen- yine eskişehir'de göstermesidir.

1-2-3 şemsiye

kötü geçen vize haftasından sonraki şemsiye acısının hissedildiği ilk gün, bloga kavuşmanın(!) verdiği sevinç, önümüzdeki hafta sonu yapılacak açık öğretim sınavlarına hazırlanma gereksinimi(?).

tüm bunlar nedir peki? my past, present, future.

abarttım tabi. böyle past, böyle future mı olur lan? gören de tenses in english kitabının yazarı sanacak beni.

gerçi, yukarıda saydıklarımdan umrumuzda olan tek şey blog :b fazla ders çalışmaktan, (kime göre? neye göre?) bloga; vize haftasında olduğumuzu yazmaya fırsat bile bulamadık! bu kadar meşguldük işte. evet, sizde gördünüz parantez içinde "kime göre? neye göre?" yazıyor. açalım konuyu.

burada önemli olan "kim?" soru zamiri. biz siz onlar zamir öbekleri olarak bu kelimeden daha anahtar bir kelime bulamazdık zaten. tıpkı termodinamik tabloları gibi. (benzetmeye gelll) eline aldın mı kitabı, "referansın kim senin birader?" diye sorarlar adama. ben de derim ki: "25ºC sıcaklık ve 1 atm basınçta azotun oluşum entalpisini +472,650 kJ/kmol kabul ettim abi." sonra artistlik yapan adam oturur yerine. sonra insanlar el ele tutuşur, birlik olur, sonsuzluğa uzanır.

okulda durum böyledir. çalışmak yetmez, sıfatı çancı olanlardan daha çok çalışmak gerekir ki bu bile bazen yeterli olmaz. 1-2-3 tıp'taki gibi. ararsın, "ps oynuyorum" derler. telefonu kapattıkları gibi üçüncü tekrarın üstünü çizip dördüncü tekrara başlarlar. sen de salaş yaşam formu olaraktan sağda solda gezersin.

o da değil de; ben bu şemsiyeyi ne zaman almıştım, ne ara oraya girdi?

İlginç

-Bu gün otururken canım sıkıldı, bende google.com'a girip bi e-mek'lerim(elektronik mektup) bakayım dedim. O sırada tam sayfaa önüme gelmişken, ara çubuğuna tıkladım. Mail falan unutum ve yazdım "ölmek" bi sürü sey cıktı ama burada buldugum harika şeyler wardı. Tabi bazı dengesiz insanlar fazla abartmış bu ölme meselesini, intahar falan edicem arkadasımdan ayrıldım, yazanlarda wardı ama onları eledim aralarından...

-Sözün kısası, özü buldugum bi resmi paylaşmak istiyorum. Demek ki ölmek o kadarda kötü deilmiş dedirtti bana :) hatta cok ilginçtir oha dedim ilk gördügümde :) bunda bi fotoşop :P war gibi ama... Aşağıya koydum fotoğrafı
-Gerçi bi resim daha buldum ama onu öbür yazıma saklıyorum... Çok alakasızdı yazdığım sözden ama harikaydı...

ode to blog's çancı's

do you see me?
do you see me?
does anyone care?

karlı bir eskişehir sabahına uyanırken, kulaklarımda çınlayan yukarıdaki dizelerin güzelliğini kavrayamamıştım. çok karıştırmayalım işte. bir günde dört mevsimi yaşadığımız şu günde kimsenin göremediğini görmek, kimsenin anlayamadığını anlamak görevi benimdi:

itron ile "uncle, i must find the avatar to restore my honour" cümlesi konusunda fikir birliği yapmışken, vizelerin yaklaştığını fark etmem fazla zamanımı almadı.

"uncle, i must find the avatar to restore my honour" cümlesi kafamın içinde yankılandıkça anlamını yitirdi, başka bir hale büründü:

"lan, you must study hard and pass all your exams to beat blog's çancı's"

malum, tekti çift oldu bunlar :-))

dervişin fikri neyse zikri odur demeyin, öperim.

HAvatar! Son Uranyum bükücü?!

Acaba avatar hava bükmek yerine uranyum bükseydi ne olurdu??? Son günlerde kendi kendime sorup durdugum sorularadan birisi budur... Acaba cocukları nasıl olurdu??? böyle yamuk yumuk!!! Yada hava bükmek yerine Kevlar49 bükseydi??? Acaba kursun gecirmez olur muydu?



Ama bu soruların saçma olması kendinden kaynaklı. Sorularda saçma hani... Gerçi avaatar yamuk yumuk olsa bakar bakar gülerdik :) tıpkı resimdeki hali gibi olurdu sanırım :)



Kafama takıldı paylaşmak istedim... Sanırım saat 5 cıvarı aboooooov??? Çok geç olmus! Size ii geceler efem.

vapur

bir giriş cümlesi bulabilmek için çabaladım, lakin dağılmış kafam buna müsade etmedi. bodoslama giriyorum konuya.

esra bizi uyardı, sağolsun. sağdaki çubuğu aşağıya doğru ittirmeye çalışırken gördüm ki uzun süredir yazdıklarımızla bu uyarıyı hak etmişiz. küçük dokundurmalar elbet ki güzel. lakin bizimkiler sınırlarda dolaşır olmuş. isyan etmenin ve sataşmanın arasındaki ince çizginin üzerinde.

isteyen yazsın, isteyen yazmalı. umarım kimse yanlış anlamadı beni, bizi.

içinde bulunduğum abuk ruh haliyle yazdığım bu yazı, yazmadığı için kimseye sataşmayacağımı belirten bir antlaşmadır. ant içmek. balkan antantı. yok pardon. zaten 70 milyon ant içmiş ki ortak bir dil oluşmuş. neden pencereye pencere diyoruz?

ya ne diyorum ben? onu da bırak da, ant içmek nasıl yazılıyor?

avatar olmuş gidiyorsun

meraklanmayın hemen, kimseyi evlendirmiyoruz.

100. yazının rehavetinden midir yoksa bloga yazarlarının tembelliğinden mi bilinmez, bloga kimse yazmaz olmuş. hazır bu konuda isyanım da varken ismini vermek istemediğim bir blog yazarına ithaf ettiğimi belirteyim bu post'u.

ne diyorduk? hah, avatar olmuş gidiyorsun.

konuyu açalım biraz. avatar'ı izlemiş olanlar hatırlar, bu gavurların "avatar state" dedikleri bir durum vardır. avatar'ın saykoya bağladığı, "dokunanı yakarım, alayına kayarım" gibilerinden bir mottosu olan bir durum işte. aynen aşağıdaki gibi:


peki bunun konumuzla alakası ne?

konumuz, normal hayatta bile "avatar state" modundan dolaşanlar. evet, onlar yanı başımızdalar. hatta okumakta olduğunuz bu blogda bile mevcut.

genellikle, halk arasında "artis" diye bilinen sıfata layıktırlar. bunu hep inkar ederler. laf söylemeye gelemez, çekip giderler. yeri gelir koz ister, yeri gelir "burada sadece ben konuşurum" diyip rest çekerler. yeri gelir bu yazıyı okuyup kızarlar. fotoğraf çekinmeyi de pek sevmezler, "cool"durlar. hatta msn'den ders çalışıp çalışmadığınızı anlayanları bile vardır :-))

aşağıdaki mısralar tüm "avatar state" insanlara gelsin:

avatar olmuş gidiyorsun,
cool'luğa veda ediyorsun,
sakın bükme diyorsun,
bükmemek elde değil.

let love in

goo goo dolls şarkısı çınlayınca kulaklarımda, ilham aldım; bloga yazayım dedim. evet ne diyor yüce şair: "leeet laaaav inn". ne demek bu peki? çok merak ettiniz, açıklıyorum:

izin ver, izin ver seni seveyim.
aşk'a izin ver,
aşk'ım seni sarıp sarmalasın.
tıpkı binayı kaplayan sıva gibi,
odandaki alçı gibi.

bir "mil" olsun aşkımız
hiç yorulmasın moment iletirken,
mil yatağın olayım, toleranslarını aşmadan.
akma sınırına dayandığında söyle bana bitanem.
wöhler eğrin olayım; sen yorulma, ben yorulayım.

aşkımızın fazı martenzit olsun;
gevrekliği az, mukavemeti yüksek.
aşkımızın limiti sonsuz olsun;
rezidü'sü olmayan fonksiyonlar kıskansın.

bir sen bir ben olayım şu derslerde,
hocalar bizim aşkımızı anlatsın.
transkriptindeki aa'n olayım,
bir bakan bir daha baksın.

üç kelimede tüm bunları anlatabildiği için bir kez daha saygı duydum goo goo dolls'e. mühendisin aşktan anladığı da bu kadar zaten.

babalarınız da mı mühendisti be aslanım? (kendileri cümle mühendisi çünkü ;-)

not: blogun 100. yazısı olmuş, nice yüzlere diyelim.

msn hayaleti


bloğumuzun çancıları epey bi şeyler yazmışlar bloğa biz bi şeyler karalamayalı.ben de kendime hadi oğlum sen de yaz bişiler dedim.tabi çancı arkadaşlar kadar yazacak bi şeyler bulamasam da olsun biz de kendimize göre karalayalım.

bazı arkadaşlar beni msn e hayalet olarak girdiğimi söylüyorlar bu yüzden de yeni lakabımız msn hayaleti olarak tarihe geçti.yaşasın çevrimdışı oleyyyy...

bir blogda yazar arkadaşımız da neden kendi isimlerimizle değil de takma adlarımızla blog yazarlığı hayatımıza devam ettiğimizi anlayamamış.ve bunu kendi bloğunda yazmış.abicim bazen gizemli olmak iyidir tabi benim için.

hayalet demişken batman başlıyor da bi sahnede batmobil in görünmez olduğu bi sahne aklıma geldi şimdi.ama ne makinaydı yaw.şununla üniversiteye gidip bölümün önüne çeksem şöyle çok manyak bi şey olur.ahanda resmini de yukarıya koyuyorum.

cay+simit keyfi


-Bu gün evdeki ev halkı olarak; basladık simit yiyelim demeye (saat 12 gibi)... Tek amacımız wardı güzel mi güzel bi kahvaltı da bulunmak!!! Sonra aklımıza birden bir fikir daha geldi :D anam o da ne evde çay war!!! (çok ama cok nadir yaşanan bi durumdur) ve sonra simitleri aldık ve yedik... Efendi burada ilginç bi durum arıosunuz ama bulamadınız di mi? Ben söyliyeyim buradaki en ilginç durum 12 de aldıgımız kararı taaaaaaaaaaaaaa saat 5 te uygulamış olmamızdır :O ne ağır kanlı insanlarız biz!

-Neyse efendim simdi gelelim sözün özüne bi çakala bi sözümüz war;

çakalcan bizi duyuyorsan oyle hayalet olarak msn'de gezineceğine gelde bloga bi iki parca bişiler yaz :l ne bu yav!!! (bakarsın bu sözümüze bile yazmaz bişiler bu kerata ayrıca içimden geldi ÇAKAL!!!)

-Blog boş değil adamım biz uradayız sen merak etme adamım :D ben warken hele (cusse açısından hani?!) Hey! bu arada biz mimlenmişiz :D mim midir sim midir nedir??? o yüzden ben hemen bişiler yazayım...

-Efendim olayımız evde geçiyor... Ben uyanmdım sabah saat 6 mıydıymiş neymiş??? Ama ben saati akşam 4 falan sanıyorum(kışın)... Ve uyku durumunu koma hali görenler için dogru bi tespitle; evde herkez uyor diye kızıorum!!! ve üzerimi giyinerek dışarı çıkmak için hazırlanıyorum, derken evde biri uyanıyor veeeeeee bana bakarak?! 'nereye gidiosun sen???(babamdır kendisi)' bende sinirliyim ya hani evde herkezcikler uyuyor diye hemen cevap veriyorum 'herkez uyuyor! Hemde bu saatte benim canım sıkıldı!!! tabiki dışarı çıkarım!!!' diyorum ve babam bana bakarak ve gülerek cevap verir 'madem çıkıyorsun git bana gazete al, haaaa! Unutmadan ekmek, bi de oğlum git içeride saat war ona bi bak... ben yatıyorum' diyip gider... Sonrası zaten kös kös ekmek ve gazete alan ve kendine gülerek eve gelen ben...

Ben geldim! =D

-Artık bilgisayarım war ve yazarım dedim. Hadi hayırlı ola! Yeni yazar olduğum aklıma geldi gibi :D bundan sonra bilgisayar 7/24 açık ve bende başındayım. Acısını çıkarıcam iyiden iyiye bilgisayarsızlığa alışmıştım gibi ama... Yinede tekme atmayın bilgisayara bozuluyor yavvvv! Bir bozuldu bir kırıldı, bir daha açılmadı(burada küfür ettim yalan yok) Allah bilgisayarsızlığı düşman başına vermesin ama sinir olduğum biri var ona versin...(tövbe tövbe!!!)
-Eeee yazarlar nassılsınız? sizlerden hiç haber alamadım bu aralar anlatın bakalım nasıl gider işler? Yorum yazın ben beklerim sizede memnuyetle yorum yazarım artık hep buradayım zaten, artık akıllandımda tekme atmak yok bi daha bilgisayara!!! :D
-Şimdi size bi söz yazalım ondan sonra bende okula gideyim :D doğalgazda açılsın tabi bu arada soğukta oturmak yaramıyor insana yav :(.. ve o özlü ama bi o kadarda piç(anasız babasız, gerçi anası vardır da!!! Karışık işler genede :0 değil mi?)
-Bahar geldi açtı yaparaklar!
Oradan çekilin şabalaklar!
Binanın çökme tehlikesi var!
Hala ipte sallanıyor çamaşırlar???
-Amanın bu da ne?! ne yazdım ben bea! durun bu değil doğrusunu yazalım... tabi o kadar yazdık oda kalsın =0
-Karanlık hediye sundu bizlere, kabul et!
İlk hediye verdigi sizelere, gizlenmek
Karanlıkta kalsın sizinle, sırlarınız
İkinci hediye rahatlık, dinle!
öfkeni tek noktada odakla, hisset!
Son hediye ışığın kendisidir, sabret...
En güçlü karanlıği yaratmaz mı? Işık!?
Sence...?
-Saygılarımla efem :)

feys to feyz

izninizle bloga kusacağım.

konum facebook. koordinatları veriyorum: 1-5-200. tamam iğrençti. neyse facebook diyorduk. hani şu gavur bir üniversite'de ders bile olmuş facebook. hatta halk dilinde söylemek gerekirse "feys".

>> ne lanet şeysin sen facebook, herkesin dilindesin, ne ayaksın sen?
>> neden kıskanç sevgilinin ilk söylemi "facebook'unu kapatıyorsun aşkım" oluyor?
>> insanların ne kadar sahte olduklarını belli etmek zorunda mısın?
>> "x ciğim çok güzel çıkmışsın" cümlesi, senin yüzünden milletin ağzından düşmez oldu; yazmaktan parmak kanseri yaptın milleti facebook!
>> facebook demekten bile nefret ediyorum facebook, tıpkı senden nefret ettiğim gibi.
>> sevme beni facebook, ben seni hiç sevmiyorum.
>> söyle lanet olasıca, milleti eski arkadaşlarıyla buluşturuyorsun diye dötün mü kalkıyor?
>> eski arkadaşını, aşkını bulmak isteyen tv'ye çıksın lan sana ne gerek var? televizyon kanalları size sesleniyorum. reyting yapacak format aramıyor musunuz? eskiden sinan çetin sunuyordu böyle bir çeşit program. türk halkı olarak bu formata ihtiyacımız var!
>> eskiden sen yoktun herkes mutluydu facebook. ne savaş vardı ne de açlık... (abartmıyorum bkz: m.ö. 2000)
>> seni satın alan google'ın taaa aaa...
>> ismin "face" ama insanlar senin yüzünden birbirinin yüzünü unuttu lan!

ve belki de benim için en önemli soruyu sorayım sana pislik:
>> ben, senin yüzünden -yani facebook'um olmadığı için- milletin "facebook'ta ekledim seni" muhabbetlerinden geri kalmak zorunda mıyım laaaan?

tüm feyz'imi alıp götürdün facebook. belanı bul; serverların çöksün, milyonlarca kişini yüklediği fotoğraflar bir yerine girsin.

bööööğğğk.
rahatladım.

i ya hee

i ya heee
zaaambe zaaambe zaaaambeya eyah eyah eyah ouuh ouuh ouuh ouuh ouuh ouuh ouuh oueayyyaaah ya yayayaaaaaaaaa (dım dım tıs dıbı dıbı dım tıs)

meraklanmayın, sapıtmadım daha.

evet sırf şu kısım için bile dinlenilebilir bu şarkı. türkçe'si de ayrı bir anlamlıdır. hele ibrahim tatlıses havasında söylenince. şarkının ruhuna ters olarak arabesk biçimde. zombi zombi zombi, kafanızda zombi zombi zombi diye gezen birini düşünün işte. zombieee derken acıdan ağlayacakmış gibi. kollar bir kanat misali yana açılmış şeklide. evet evet işte öyle:


her ne kadar fotoğrafta sırıtsa da siz sırıtmıyor varsayın

aslında, bu satırların konumuzla hiç bir alakası yok. biz de biliyoruz "in your head" olduğunu. giriş yapmak için yırtınıyoruz işte. yoksa the cranberries efsanesi şarkıyı böyle sulandırmak bana yakışmaz. daha çok bulandırmadan konuya girelim:

işte söz konusu şarkıda bir yerlerde "...since nineteen-sixteen" sözcüklerinden oluşan bir kısım vardır. solist, "nine" der duraksar ve teen-sixteen der. ve algıda seçiciliğin geldiği son nokta aşağıdaki gibi gelişen diyalogda kendini gösterir:

x: abi şu çok sevdiğin zombi şarkısında tiiin sikstiin falan diyor, bak uyarayım seni sapık sapık şarkılar dinliyorsun. kendine çeki düzen ver. on sekizden aşağısı bize yakışır mı? (oha)
y: ne tiini lan? ne on sekizi diyorsun sen?
x: aç bak sözlerini olm. alanen kadın hemcinsine bileniyor. on altılık çıtır falan diyor.
y: olur mu öyle şey? şarkının ruhuna aykırı bir kere! tank, top, tüfek diyor işte. o kadar da ingilizcemiz var!
x: yaz lan google'a!
...
...
y: puhaha olm çok takılma şu forum sitelerine puhahaha.
x: ^+&^/&(/?!)

playlist

çok çok önceden belirtmiştim playlist'imi sağ tarafa monteleyeceğimi. deneme amaçlı, az şarkılı bir playlist hazırladım. zamanla güncelleyeceğim tabiki de. şimdilik oracıkta dursun.

alakasız bir konuya atlamak istiyorum şimdi izninizle. şu imalat dersi. ne abi bu? katip miyiz biz? plastik şekil değişimine uğradı sağ işaret parmağım. akma sınırına dayandım. "dediğinden bir .ok anlamadım" diyenlerdenseniz üzülmeyin, amacım hocanın anlayabileceği dilden konuşmak. avuntu işte, blogla avutuyoruz kendimizi.

rakiplerim batak oynuyorken -çaktırmadan- ben de içeride üj-bej termo çalışayım diyen blog yazarına dikkatli olmasını söyleyip yazıyı bitirelim:

"fazla termo kabı bozar"

lasfdkj

bu anlamsız başlıktan anlam çıkarmaya çalışıyorsanız saykosunuz piskosunuz.

laptopuyla artislik yapan ya da ev kuşu yazarlardan olduğumu düşünmediğinizi biliyorum. o rahatlıkla yazıyorum zaten bunları. blogun çancı sayko yazarları gibi evde oturup; sabahlara kadar termo çalışacağıma, sizin için birşeyler karalıyorum bloga.

blog adına kayıp geçmiş bir ayın ardından bu anlamsız post'u yazmaktaki amacım bu anlamsızlığı anlamlaştırmaktı. her yazıda "hacı yazmıyorlar bloga" diye serzenişte bulunduğum artis kitlenin arkasındaki karanlık güçleri ortaya çıkarmak gibi bir amacım da olamaz zaten. "ben yazıyorum blog reyting alıyor eheey" diyen kuuuuuulların kol gezdiği blogger camiasının içinde kendimize yer edinmek için yazmamız, paylaşmamız gerektiğini biliyorum. bu konunun bir sonu yok, kestim burada.

ne yazsak da elimizde patlıyor. tema olayı da ayrı dert zaten. zorla xml, html öğrendirtecekler bana. fortrandan yeni kurtulmuşum, yakamı bırak lütfen. oysa fortran finalinden çıkarken benim için programlamanın bittiğine ne kadar çok sevinmiştim. (burada diğer blog yazarlarına yapılan taşlamayı gözden kaçırmayalım lütfen)

herkes "off çok sıkıldım" nidalarıyla geldi bugün. sıkıldım bende. offlayıp puffladınız. şimdi de termodinamik kitabını almadığım aklıma geldi. daha da sıkıldım. blogger efendi, sende sıktın beni. (ı ları i yapsanız da sonuç değişmez) bir de iletisine "yokummm" yazanlar var. onlara laf söylemiyorum. o iletilerinizi s... (iyi ki söylemeyeceğim dedim haa)

anladınız zaten, agresif yazış tarzını benimsediğim bu yazıda kime sitem edeceğimi bilemedim. aslında ne yazacağımı da bilmiyordum, dedim ya anlamsız yazı işte. bunaldım.